Öğrenen Anne %93

Bir önceki postta Gece'nin yazdıklarını çok heyecanlanarak ve sevinçle okudum. Çünkü "uzun bir aradan sonra işe geri dönme" konusunda onunla tamamen aynı fikirleri paylaşıyorum yani "sen yeter ki iste" ve istediğinin somut hayallerini kur, hazır olduğunu düşündüğünde elinden gelen hazırlıklarını yap, evren kendi hızında sana tüm kapıları açacaktır.. Aynen ben de böyle düşünüyorum. Tabii ki evren "çalışırken" senin umudunu kaybetmemen, "sıkılmaman", "sabırsızlık etmemen" ve en önemlisi de "evrene darılıp küsmemen" çok önemli. 

Gece'nin heyecanını bıraktığı yerden sazı ben elime almak ve bu bekleme süreçlerinde umudumuzu kaybetmemek için ne yapılabilir, biraz onun üzerinde durmak istiyorum. Lütfen bu yazıyı sadece işe geri dönen anne olarak değil, belki tamamen farklı, "işinde belli pozisyona gelmek isteyen insan" ya da "evlenmeyi isteyen genç kız" ya da "tam hayalindeki evi arayan biri" ya da "ilk kitabını yazmayı arzulayan yazar adayı" olarak da okuyabilirsiniz çünkü süreç bence tamamen aynı.

Benim de huyumdur aslında, önce çok büyük bir heyecanla başlarım bir işe.. Sonra bazen bir yenilgi alır ve hemen aynı şekilde hızla vazgeçerim! Hatta bir iki üst üste gelen olumsuz olay olsun, o zaman mümkün değil, nasıl demotive olurum, nasıl karalar bağlarım, resmen umutsuzluklar kraliçesiyimdir.. Ama son yıllarda bu huyumu biraz biraz aşmaya başladım ve bunu sağlayan: bakış açımı değiştirmek oldu. 

Ha yanlış anlaşılmasın, ben Pollyanna gibi herşeye umut bağlayın, tüm yenilgilere karşı "olsun canım" iyimserliğini koruyun demiyorum (bu bence yine psikolojik bir sorun) ama diyorum ki, hayalleriniz konusunda mantıklı düşünün ve aynen Gece'nin dediği gibi, sürecin zorlayabileceğini hatta yıpratabileceğini, sürenin tahmininizden uzun sürebileceğini düşünün. Çünkü büyük ihtimalle böyle olacaktır, hedeflenen ne olursa olsun, evrenin kuralı bu: zorlanmadan elde edemeyeceksin!

Mesela bir ev istiyorsun diyelim, hayallerin var ve paranı da denkleştirdin, başladın aramaya. Ama bir türlü olmuyor, bir eve bakıyorsun herşeyi harika ama bodrumu ıslak. Diğer eve bakıyorsun bahçe muhteşem ama yalıtım berbat.. Yani olmuyor. Zaman geçiyor. Sabırsızlanıyorsun. 

Ya da mesleğinde yükselmeyi hak ettin, çalıştın çabaladın hazırsın ama o terfi ya da kadro bir türlü gelmiyor. Başkaları aldı, ben haksızlığa uğruyorum, zaten hep böyle benim başıma gelir bu diyorsun. Evrene küsüyorsun.

Ya da kitap yazmak istiyorsun ama masa başına oturunca sular gibi aksın istiyorsun, akmayınca sabırsızlanıyorsun, sıkılıyorsun.

Fakat böyle durumlarda şu temel kuralı unutuyor insan: senin dışında işleyen bir evren var ve bu evrenin kuralları çok farklı. Ben çok yaşadım, çok istediğim ve kendimi çok yakıştırdığım bazı yaşam fırsatları çıktı karşıma ama birşeyler ters gitti ve olmadı. Şimdi dönüp baktığımda hep şunu görüyorum: o zaman o fırsatı yakalasaymışım, şu an olduğum yerde olmayacaktım ya da hayatıma giren insanlar bunlar olmayacaktı. Ve inanır mısınız, belki o fırsatlar şimdi daha iyi bir yerde olma şansı bile verseler, yine de istemezdim. Yani demek istediğim büyük resimde o çok küçük bir ayrıntı gibi kalabiliyor, oysa o zaman ne üzülmüş olsan da..

İkinci kural ise şu; bazı işlerin "zaman"ları ile senin planladığın zaman çok farklı akıyor. Yani sabırsızlık etmemek, işleri akışına bırakmak, zamanı hızlandırmaya çalışmadan yaşamak çok önemli. Çünkü o roman belki akmıyor ama o süreçte akan başk birşeyler olabilir ve sen bunu fark edemiyor olabilirsin. Belki o "akmama", seni ilerdeki çok büyük bir "nehir"e götürüyordur, bilemezsin.

Bunu algılamam tabii ki sufizm çalışmaya başlamamla oldu ve tüm bir öğretiyi size bir yazıyla aktaramam ama fikir vermiştir umarım. "Sabır", "İnanç" ve "Umut", gerçekleşecek bir hayal kuracaksan, bunlar yoldaşın. Ve "küsmek", "usanmak", "acelecilik" bunlar da düşmanların. 

Ve en önemli süreç sorunlarından biri olan "demoralizasyon" için de şunu önereceğim: zaman planlaması, yöntem planlaması ve planlı ve sürekli çalışma, modu yükseltecek küçük ve ulaşılabilir hedefler koyup, kendine zaman ve şefkat konusunda cömert olmak. Ve tabii kendini mümkünse kimseyle (hatta kendi kendinle bile) karşılaştırmamak.. Ben bunları öğrendim, aktarmak istedim ("If you learn, teach. If you get, give" - Maya Angelou). 
Share:

4 yorum:

  1. Ah ne güzel dedin ceren bütün bunlara bir ilave daha yapmak istiyorum. Hani yazıda da belirtmiştim eğer şunlar şunlar olursa zamanı gelince onları da düşünür ve çözeriz diye, hedeflerimizi genelde ufak parçalara ayırmadan doğrudan sonuca odaklanıyoruz. Ara basamakları es geçiyoruz. Bazen de ara basamakları çok fazla gözümüzde büyütüyoruz bütünü, sonucu göremiyoruz. Bunların her ikisi de dönem dönem değişmeli, dengelenmeli. Eğer tek hedefe giden aşılması gereken engeller varsa, sıra sıra yavaş yavaş ele alınmalı. Birer birer derken o ana hedef gelecek. Diğer basamakların zorluklarını en başta düşünüp karalar bağlamaktansa zamanı gelince enerjiyi ona harcamak daha mantıklı. Diğer yandan da, bu basamaklar bazen öyle yorucu oluyor ki, yıldırıyor. O zaman da büyük resme bakıp hayal kurmak, gün gelecek hepsi geride kalacak demek çok iyi geliyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. yaa ne güzel dediniz, hem size hem öğrenen anneye teşekkürler bu yazı için :) motive edici ve öğretici, durdurucu bir şey oldu, sabırsız hissettiğim bu günlerde çok güzel geldi. dönüp dönüp okuyacağım ve planlarımı revize edeceğim!

      Sil
  2. Olacak olan olur. Ne yaparsak yapalım oluyor olacak. İlahi plana güvenip iradeyi de hiçe saymadan teslim olmak...Nasıl İdeal. Fakat beşeriz.

    Sema

    YanıtlaSil
  3. ben küsen o kişiyim! ama hayat o kadar trip yemiyor ki Ceren. artık küstüğümde hiçbir ilerleme olmadığını öğrendim. baya geç oldu.

    ne güzel yazmışsın <3

    YanıtlaSil