SORU-021


Farkına bile varmadan, kasmadan, yorulmadan iki günü harcama yapmadan geçirmişim. Yalnız olduğumda tutumluluk konusunda başarılıyım ama insan içine karıştığım anda “bi’ daha mı gelicez dünyaya?” modu bir anda aktive oluyor. Alkol ve sigara konusunda da tam bir sosyal içiciyim. Merhaba, ben Burcu, sosyal harcayıcı ve sosyal içiciyim. Kendimi bir gruba dahil etme güdüsüyle bedenime ve cüzdanıma zarar vermekte bir beis görmüyorum anlaşılan. Bir dahaki sefere dışarıya çıktığımda soda ya da sudan başka bir şey içmemeye niyet ediyorum. Hadi kızım, göreyim seni.

SORU-021
KENDİNİZİ DEĞERLİ HİSSETMEK İÇİN NEYE İHTİYACINIZ VAR?

Sorularımdan ve cevaplarımdan öğrendiğim kadarıyla kendimi değerli hissetmek için “birine” ihtiyacım var. Bu birinin bana kendimi değerli hissettirmesini de bekliyor olabilirim, kendimi o biriyle karşılaştırıp “ben ondan daha değerliyim” de demek istiyor olabilirim. İnsanlıktan uzakta bir başıma nasıl değerli olabileceğimi bilemiyorum.

YouTube’da “Kadın Kanalı”nı takip etmenizi öneririm. Üzerinde çalışılmış, düşündürücü içerikler hazırlıyorlar. Aşağıda linkini paylaştığım bölümde genç bir kadının insanlıktan oldukça izole, kendi yaptığı evinde, kendi yetiştirdiği yiyeceklerle, kendi yaptığı şifalı karışımlarla, kendi kendine olan hayatını izleyebilirsiniz. Daha önce New York’ta yaşamış, tasarımcı olduğu halde temel tüketim malzemelerinin hiçbirini kendi üretemediğini fark ettiği zaman sorgulama süreci başlamış. Kurduğu düzenden tatmin olduğunu görebiliyorum. Kendi kendine hem madden hem manen yetmeyi başarıyor olması gerçekten hayranlık uyandırıcı. İtici sebebi insanlardan yorulması falan da değil, kendi kendine yetmek istemesi.

Günlük yaşantımda o kadar dışa bağımlıyım ki sevgiyi, değeri de dışardan almakta bir gariplik görmüyorum. Çantama baktım az önce, benim ürettiğim tek bir şey yok. Yediklerimi birileri benim için yetiştiriyor, başka birileri benim için pişiriyor, ben de para veriyorum. Giydiklerimi birleri benim için tasarlıyor, başka birileri benim için dikiyor, ben de para veriyorum. Salonumdaki masif ahşap sehpayı biri zımparaladı, başka biri ona perfore ayaklar taktı, ben de para verdim. Biri bana değer verdiğinde karşılığında bir şey vermem gerektiğini hissetmem, sürekli bir alış-veriş içinde olmamdan kaynaklanıyor olabilir. Üretip paylaşma alışkanlığına sahip olmadığım için tek bildiğim yöntem olan takasla değer sahibi olmaya çalışıyor olabilirim.

Üretip paylaşma davranışının mutluluk ve özdeğerlilik getirdiğini annelerde görebiliyorum. Sütle kurulan bağ daha sonra yemek yapma ve yedirmeyle devam ediyor. Hayatının diğer alanlarında alış-veriş davranışını sürdürüyor bile olsa çocuğuyla kurduğu paylaşım ilişkisi anneye bambaşka bir perspektif veriyor. Pek çok kadın anne olduktan sonra üretmeye başlıyor gördüğüm kadarıyla; domatesini balkonda yetiştireninden yoğurdunu kendi mayalayana. Bu yönelimin çocuğunun doğmasıyla başlayan üretme ve paylaşma davranışını hayatına yayma dürtüsü olduğunu düşünüyorum. Annelere alkış.

Sevgiyi dışarıdan beklememin çözümü üretici ve paylaşıcı olmak olabilir mi?



Share:
Devamı

GeCe- Tatil Modu

Yaşadığımız coğrafyada sonbahar tatili haftası bu hafta, bazı okullar haftaya açılacak, bazıları da bir sonraki hafta. Bizimki kısa tatili olan okullardan çok şükür.

Aslında çocuklarla evde olmayı seviyorum fakat biri hasta olup diğerinin de sürekli oyun istediği şekilde evde olmak tam kafa yedirten bir olay. Hikayeye bir de 3 günlük tatilin çamaşırlarını eklersek daha şenlikli oluyor.

Bu hafta tatil nedeniyle yoga hariç bütün derslerim iptal. Zaten onlar da tatil yapıyor. Eşimin fazla izni yok diye Cuma akşam gidişli, Pazartesi öğlen dönüşlü bir tatil ayarladık. Hollanda içinde termal havuzlara yakın bir vakantie park’ta iki aile yanyana iki bungalowda kaldık. Orman içinde, göl kenarında harika bir yerdi. Bir öğleden sonrayı iki anne tek çocuksuz termal havuzlarda geçirdik. Muhteşemdi. Sadece fiziksel olarak değil, 4 saat boyunca aralıksız çene çalıp ruhsal olarak da rahatladık.

Oğlumun hastalık belirtileri orada kendini göstermeye başlamıştı aslında. Geldikten sonra üç gün aşırı mızmız geçti. Dün bir ara çaresizlikten ağlayacaktım neredeyse. Hasta diye çorba yapacağım (ağzında yara çıktı sadece süt içti günlerdir, bu yüzden halsiz ve kucağımdan inmiyordu) ama yapamıyorum. Boynuma yapışık, sürekli onu sevmemi istiyor. Ablası durmadan birşeyler istiyor. Evin işleri bir yana, çorba yapıp içirebilsem kendine gelecek ama onu da yapamıyorum. Vicdanım kahrolarak oğlumu üzerimden attım, bana küstü, yarım saat kıpırdamadan oturdu. Sonra çorba içince biraz düzeldi neyse ki. Bugün daha iyi, daha rahat yiyebiliyor.

Konu epey dağıldı ama tatil sebebiyle aksayan rutinlerimi hafta bitene kadar tamamlamayı umuyorum, diyet konusunda bir sorun yok çok güzel devam ediyor. Üstelik yarın 3 hafta bitmiş olacak ve şu an iyi ki başlamışım diyorum. Üç hafta gerçekten kısa bir süre ve hiç birşey yapmasaydım hiç birsey değişmemiş olacaktı. Oysa şimdi epey yol aldım. Ne tuhaf bir anlık kararlar ciddi sonuçlar doğuruyor.
Share:
Devamı

Kahve: Geri Sayım, 67 gün.



Hızlıca özet geçmeye geldim.

Son 10 hafta itibariyle, ateşledim kendimi. Fakat ek bir deli cesareti geldi bana. Ne oldu bilmiyorum. Çıkış sorum şuydu:

'Şimdi değilse ne zaman?'

Özellikle, hayatı basitleştirme kısmına 'beslenmeyi basitleştirme' alt başlığını da iyi oturttum. Çay- kahve içmiyorum hafta başından beri, bu yüzden erkenden uyuyabiliyorum. Ama erkenden kalkamıyorum. Üzerimde uyuma kara deliği var, uyudukça uyuyor uyudukça uyuyor uyud.. Noldu benim o erkenden horoz gibi dikiliveren iç saatime? Bunda mevsimin de payı olabilir.

Günlük ödevlerim, keyifli hale gelmeye başladı iyice. İngilizce röportajlar, youtuberlar, ted konuşmaları, komik skeçler izliyor, cümle kalıplarını inceliyorum. Her gün de o günü konu alan bir şeyi karikatürleştirmeye çalışıyorum. Bazı günler yapamadığım oluyor ama bir ritm kazandım, takmıyorum yapmayınca.

Spor konusu yürüyüşe abanmayla geçiyor. Daha çok işime geliyor, kolaya kaçıyorum bence. Ama olsun, hareket iyidir.

Bu Cumartesi, bu bloğun ana temasını konu alan (büyük bir tesadüfle) bir atölyeye katılıyorum. İçeriği şöyle:

  1. -Erteleme davranışlarımızı yönetebilmek
  2. -Zamanı yönetebilmek
  3. -Günlük aktivite planları yapma
  4. -Uykusuzluk ile başa çıkma
  5. -Konsantrasyon güçlüğü ile başa çıkma
  6. -Spor ve egzersiz desteği

Çok kasıntı duran bu başlıklar, artık ilgi alanı bölümüme hitap ediyor. Çünkü hiçbir şeyi stratejik yöntemlerle ilerletmiyorum aslında. Tamamen şevkim ittiriyor da oluyor. Fakat işin o teknik kısmıyla ilgili daha fazlasını öğrenme şansı varken, neden olmasın?

Gerçi düşündüm de benim de bazı stratejilerim olmuş. Mesela basitleştirmek, zamanım var rahat ol telkini yapmak, yangından mal kaçırmak ve son olarak da 'bugün değilse ne zaman?' diye sorgulamak.. Ama bunlar stratejiden çok karmaşadan sadeleşmeye gidebilmem için, işime yarayan minik ipuçları oldu. Ah nasıl da ihtiyacım vardı.

Tam da planladığım gibi akıyor hayat diyemem ama şevk içindeyim blog. İçim yangınlı. He heyt!


Share:
Devamı

SORU-020



Bu sabah işe yürüyerek geldim. Çalıştığım şantiyenin etrafında köpekler var, işçilerin yatakhaneleri de burada olduğu için yemek artıklarından besleniyorlar. Köpeklerden bazılarını tanıyorum. Bir tane beyaz var; dik kulaklı, çok atik, çok hareketli; sürekli devriye geziyor, bir o tarafa koşuyor bir öteki tarafa. Toz kalkmasın diye suluyorlar şantiyenin etrafını, bu benim beyaz hep oynuyor o çamurun içinde, boynuna kadar çamur. Kendini sevdirmek konusunda çok istekli, o çamurlu patiler bir anda pantolonda desen yapabiliyor. Beyazı kıskanan da bir siyah var. Beyaz kendini sevdirmeye başladığı anda koşup geliyor, kovalıyor beyazı, ofise girene kadar peşimden geliyor.

Ben arabayla gelip gitmeye alıştığım sırada yeni köpekler de gelmiş. Bu sabah tombul bir yavru gördüm. Burnunu bir karton bardağa sokmuş, çıkaramıyor. Patileriyle itelemeye çalışıyor, bardağı yere vuruyor ama ı ıh. Tuttum çıkardım bardağı. Bana kendimi işe yarar hissettirdiğin için teşekkürler tombul yavru. Eğer sabah işe arabayla gelseydim kendimi tombul yavru köpek kahramanı yapamazdım.

SORU-020
KİM(LER)İ SEVİYORSUNUZ?
ONLARI NEDEN SEVİYOR YA DA ONLARDAKİ NEYİ SEVİYORSUNUZ?

Bu çok güzel bir egzersiz. Tanıdığım ve tanıştığım, sevdiğim, beğendiğim herkese bu gözle bakmak benim kendimde geliştirmek istediğim özelliklerimi görmemi sağlayabilir. Müdürümün disiplinini, annemin şefkatini, arkadaşımın gri saçlarını seviyorsam ben de disiplinli, şefkatli ve dikkat çekici bir olmak istiyorum denebilir.

Hayranlık duyduğum karakter açık ara dedem. 92 yaşında hala meraklı, gözlemci, şakacı olması çok hoşuma gidiyor. Biraz bencil olduğunu söylenebilir. "Kim uzun yaşar biliyor musun? Gamsız olan." diyip gülmesinin hastasıyım.

İlgisini çekmeyen bir konu konuşuluyorsa işitme cihazını kapatmasına bayılıyorum; “Bana ne!” diyebiliyor. Sen bir şey anlatırken bir bakarsın sırtını dönmüş yatmış. İlgilenmediği kişi ben olursam sinirim bozuluyor ama bunu yapabilmesi çok hoşuma gidiyor; gereksiz bilgi onun için, kafasını yormuyor.

Vücudunu çok iyi dinliyor olmasına hayranlık duyuyorum. Köyde yaşıyorlar, bazen annemlerin yanına gelmeleri gerekiyor hastaneye gitmek için. Bir bakıyoruz ki pek yemek yemiyor. “Beğenmedin mi?” diyoruz; “Ben burada az hareket ediyorum, çok yememem lazım.” diyor.

Ağaç çok seviyor, çılgınlar gibi zeytin ağacı dikiyor. Bütün çocuklarına, çocuklarının ailelerine yetecek kadar zeytin, zeytinyağı, zeytin sabunu üretebiliyor, hatta fazlasını satarak gelir elde ediyor. Yaz demiyor, kış demiyor, bisikletine binip zeytin ağaçlarını kontrol etmeye gidiyor. Gücünün azaldığını fark ettiğinde bisikletiyle vedalaştı ve elektrikli bisiklet aldı. Sevdiği şeyleri yapabilmenin yolunu buluyor.

İnsan ahlakıyla ilgili okumayı ve düşünmeyi çok seviyor. Beğendiği bir şeyi anlatıyor, anlatıyor; “Ben böyle düşünüyorum, sen ne diyorsun? Her dediğime doğru demeyin, yanlışsam söyleyin.” diyor. Fikir üretiyor, başkalarının fikirlerini dinliyor, fikrini daha iyi hale getirmek için çaba harcıyor.

Dedem gibi meraklı, fikir üretebilen, vücudunu dinleyen, onu ilgilendirmeyen şeyleri ise dinlemeyen, doğayı seven, sevdiği şeyleri yapmak için çözüm üreten, gülmeyi seven, hayatın biteceğini bilen ve buna rağmen her gününü seven biri olmayı kesinlikle çok istiyorum.

Share:
Devamı

SORU-019


Arkadaşım bu sabah evine döndü. Dün son gecemiz olduğu için geç vakte kadar ayaktaydık. Şarabın da etkisiyle sabah kafam yastıktan kalkmadı. Dişimi fırçalayıp pantolon giyebilecek o son 10 dakikaya kadar yataktan çıkamadım. Oysa arkadaşımın gidişiyle her şey eski rutinine dönmeliydi. Nerede kaldı bacak fırçalamalar, kitap okumalar? Bugün spor günüm ama dün akşam spordan döndükten sonra çantamı boşaltmadığımı, kirlileri makineye atmadığımı ve yeni bir çanta yapmadığımı havalimanından dönerken fark ettim. “Zaten uykusuzum, çanta da hazırlamadım, zaten arkadaşımın gittiği gün bugün, rutinlerime yarın dönerim.” dersem, o erteleme hastalığı kanıma bir kere girerse gerisinin çorap söküğü gibi geleceğini bildiğim için işe geç kalma pahasına eve geri döndüm ve spor çantamı hazırladım. Ekrana bakarken şaşı oluyorum büyük ihtimalle uykusuzluktan, ama itiraf etmeliyim ki bu büyük oranda psikolojik. Bana “tatile çıkacağız, bilmem ne adalarına gideceğiz.” diyin, bakın 3 saatlik uykuyla neler yapıyorum. Eni konu 3 saat az uyudum bir güncük ve vücudum bütün enerji stoklarını mı tüketti yani? Hadi oradan! Spora gideyim de terle atayım alkolün kalıntılarını, evime gelip erkenden rahat rahat uyurum o yorgunlukla. Aferin bana!

SORU-019
YAŞAMDAKİ EN BÜYÜK AMACINIZ NEDİR?

Bu soruyu her duyduğumda çok üzülüyorum. Cevabını kesinlikle bilmiyorum. “Hayata şunu gerçekleştirmeye geldim” diyebileceğim hiçbir yüce görevim varmış gibi hissetmiyorum. Kısa vadeli hedeflerim, “şu olsa güzel olur” dediğim planlarım var ama en büyük amacım yok.

En büyük hayalim, en uzun vadeli olanmış gibi düşünerek cevaplayayım bu soruyu o halde. 

En uzak vadeli planım birkaç yıl sonra borçlarımı bitirmiş, birikim yapmış, farklı yerlerden gelir elde edebilecek yatırımlar yapmış olmak. Maddi özgürlüğün beni, daha bana benzer biri haline getireceğini düşünüyorum. Söyleyebileceğiniz bir şeyi sırf maddi çıkarlarınız var diye söyleyememek çok çaresiz bir durum benim için; insan idare etmekten biraz daha ağır bir anlamı var gibi geliyor. Maaşını almak için patrona, evsiz barksız kalmamak için ev sahibine “eyvallah” demek kişiliğimin bir yerlerinde minik de olsa bir köşeyi kırıyor. Ben kendimi ona kanıtlayacağım ki o da beni bir miktar paraya ya da evinde oturmaya layık görecek. Kendimi kanıtlamak için kendimi paraladığım o kişilere yolda denk gelsem pek iyi sıfatlar kullanmazdım. Saygıdan değilde maaşım yatsın diye boynumu bükerken kendimi görmeyi sevmiyorum.

En büyük amacım madden olabildiğimce bağımsız olmak.

Diyelim ki işler planladığım gitti. Hayattaki en büyük amacım olan maddi bağımsızlığıma kavuştum. Benim en büyük amacım Maslow’un ihtiyaçlar piramidinde en altta katmanlarda kalıyor. Temel ihtiyaçlarım karşılanıp güvenlik ortamı sağlandıktan sonra sıra ait olma ve sevgi ihtiyaçlarına geliyormuş. Benim gelinlik hayali kurabilmem için ilk önce hayattaki en büyük amacımı yerine getirmem gerekiyor anlaşılan.

Share:
Devamı

SORU-018


Merak ettiğim bir kitap vardı ama almaya aylardır elim varmıyordu. Yazarı İnstagram’da bir çekiliş yapmıştı birkaç hafta önce; bir arkadaşımı etiketlemiştim. Az önce hikayelerin arasında gezerken kendi kullanıcı adımı gördüm, algılayamadım ne olduğunu. Çekilişin yedekler listesinde ilk sıradayım! Hayatımda ilk defa bir çekiliş kazanmaya çok yakınım. Kazananlar listesini de görmemiştim hiç, ilk kazananlardan olsam belki de görmeyecektim paylaşımı ve haberim olmayacaktı. Çekilişe katıldığını unutan ya da zamanında geri dönüş yapmayan birileri kesin vardır değil mi? Birkaç kitabını koymuştu çekiliş postuna, hepsinden gönderecekler mi acaba? Herkese birer taneyse benimki hangisi olur?

SORU-018
BUGÜN KENDİNİZLE İLGİLİ FARKLI NE ÖĞRENDİNİZ?

“Nerede bende o şans?” dememem gerekiyor. Çünkü bir çekiliş kazanmaya çok yakınım. 

“O işe beni almazlar.” diyip başvurmamak, bana çıkmaz diyip yediğimiz Magnum’lardan çıkan Lamborghini çekilişi şifrelerini yollamamak, “Kesin çok pahalıdır.” diyip yıllardır gitmek istediğin ülkenin biletlerine bile bakmamak yok! Çünkü “Nereden biliyorsun?”

Belki o istediğin işte tam senin pozisyonunda biri istifa etti o gün ve işveren bilgisayarının başına oturduğu ilk anda senin başvurunu gördü. Sen o maili atmazsan o işveren senin varlığını nereden bilecek? 

Kardeşim yıllardır bıkmadan usanmadan yollar şu Magnum şifrelerini, çekiliş yapılana kadar da bütün çubukları saklar, ben çubuğu kazara attıysam da kavga çıkarır. Sonuçta ona bir kazanma ihtimali verilmiş; o ihtimali değerlendirirse belki de çıkar, belki milyonda bir ihtimal ama ihtimal var; ihtimali değerlendirmezse kazanma ihtimali %0. Kardeşimin matematiği benimkinden iyi belli ki.

O gün müthiş bir bilet indirimi oldu istediğin ülkenin biletlerinde, eğer sen bunun için bir şey yapmadıysan bundan nasıl haberdar olmayı bekliyorsun? Fiyatlara bak, fiyatı düşerse haber veren aplikasyonlar var, kullan bunları. 

Hani bir hikaye var, adamın biri her gün Allah’a yalvarıyormuş: “Allah’ım lütfen büyük ikramiye bana çıksın!” Bir yıl geçmiş, on yıl geçmiş, adam her gün dua ediyor: “Allah’ım lütfen büyük ikramiye bana çıksın!” Aradan yıllar geçiyor, adam artık ihtiyarlamış, ama hala bır bır bır bır dua edip duruyor. Allah’ın canına tak ediyor: “Be adam, git de bir bilet al!”

Bugün öğrendim ki şanssız falan değilim. Bir şeyler olsun istiyorsam o şeylerin önkoşullarını yerine getirmem gerekiyor. Kendimi olasılıklara açmalıyım; kapıyı açmazsam içeri kim ya da ne girebilir ki?

Share:
Devamı

SORU-017


Cuma günü arkadaşımı havalimanından almaya gittim, o gün bu gündür tik işaretlerimi gören olmadı. Ne kitap ne Duolingo. Edinmeye çalışmaktan vazgeçmediğim tek alışkanlığım bacak fırçalamak oldu. Fiziksel ödev olduğu için fırçalamaya üşenmedim sanırım; diğer ödevlerim için odağımı arkadaşımdan çekip kendime toplamam gerekecekti, birkaç gün göreceğim arkadaşımdan daha kıymetli değil bunlar. Bugün İspanyolca kursunu da ekeceğim. Arkadaşım da sporcu olduğu için yarın spora beraber gideceğiz. Çarşamba sabahı onu uğurlamamla beraber rutinlerim geri gelecek. Öncelik sıralaması yaptım denebilir. Bu ara için kendime kızmayacağım. Önemli olan toparlanma zamanı geldiğinde yeni bahaneler bulmamak. Çarşamba günü benim için kritik olacak.

SORU-017
SİZİ SINIRLAYAN EN BÜYÜK KISITINIZ NEDİR?

Bu soruya cevabım çok net bir “PARA”. Zamanımı bunun için kiralıyorum. Uykumu alamamış bile olsam para için yataktan çıkıyorum. Aşk acısı bile çeksem işe geliyorum. Sevdiklerime ayırabileceğim zamanımı para versinler diye tanımadığım bir grup insanla geçiriyorum. Yaşadığım ülkenin parasının değeri düşük olduğu için parası kıymetli ülkelere gitme hayallerimi ertelemek durumunda kalıyorum. İlerideki çalışmayacağım günler geldiğinde aç açıkta kalmamak için çılgınlar gibi hesap kitap yapıyorum. Hayallerimi bile paraya göre kuruyorum. Özel okul fiyatlarını duyunca çocuk sahibi olma hayalleri kuramaz oluyorum.

Benim jenerasyonum hiç yokluk görmediği halde paranın stresini çok yoğun yaşıyor. Dedelerimiz açlıkla sınandı, savaş sonrasıydı, sanayi ürünleri yaygın değildi. Annelerimiz darbe dönemini yaşadılar, tüp kuyruklarında beklediler. Ben şu yaşıma kadar Starbucks kuyruğunda beklediğimden daha uzun süreyi hiçbir kuyrukta geçirmedim.

Biz yoklukla değil, bollukla sınanıyoruz.

Hayatımı paraya satıyor ve bu parayla ne yapıyorum?

Bu soruyla yüzleşince biraz utandım. Hayatım boyunca kendimi farklı, sürüden ayrı olarak tanımlamak çok hoşuma gitmişti. Dövmeliydim, saçımın yarısı uzun yarısı kısaydı, o 5 yıldızlı otellere gitmezdim, Mango’dan alışveriş yapmazdım, o diziyi ben izlemezdim. Orijinaldim yani işte, herhangi biri gibi değildim. Olmak istemezdim zaten, çok sıradan.

Bugün para yatırdığım pek çok şeyi sıradan gördüğüm o insanlar beni alkışlasın diye yaptığımı acı da olsa fark ettim. Benim farklılık dediğim şeyler beni sürüden koparmıyor; sürünün içindeki işaretli koyun olmamı sağlıyor. 5 yıldızlı otele gitmiyorum da kar tatiline gidiyorum. Pilates değil de CrossFit’ yapıyorum. Televizyon izlemiyorum da  Netflix’i bitirdim. Elime geçen ilk parayla, üzerine kredi çekip araba da almadım mı? Anneannem yeni arabaya kaza gelmesin diye kurban kesmek istediğinde borcum olduğu ve hayvan hakları konusunda hassas olduğum halde “al anneanne, bu parası, ne biliyorsan öyle yap.” demedim mi? İçimdeki marjinal koyun şu an çok üzgün.

Paramı en çok ne temel ihtiyaçlarım ne de hayallerim için kullanıyorum. En çok parayı toplum onayı almak için, sürüye uyabilmek için harcıyorum.

Demek ki en büyük kısıtım para değil onaylanma ihtiyacımmış. 

Hoş mu şimdi?

Share:
Devamı

Kahve: Geri Sayım, 70 Gün.


Giderek 'bilmem kaçıncı gün' diyerek isimlendirmeyi bırakıp, geri sayıma geçtim. Toplam 70 gün, yani 10 hafta kaldı. Projenin 3'te 1'i bitti demek bu. Ben son gün olarak 31 Aralık değil, 30 Aralık'ı belirledim. Yılın son günü, yani Pazartesi günü, bitmiş olsun. Yeni seneye -umarım- tertemiz, hafiflemiş girmek için.

Bu hafta sonu kendimi yine kaybolmuş buldum. Baya projeden sapmış, yine kendime üçkağıtçı nedenler buluyor, bir şeyleri erteliyordum. Buna kaçmak denir aslında. Halbuki ne demiştim? Bu kez ittirecektim kendimi. Sonunda ne oluyor görmek için. Hayatımın 100 günü (sadece 100 günü) kendimi köşeye sıkıştırmaya değerdi. Fakat henüz üçte biri bile bitmemişken, yine yan çizmeye, odağım çoktan kaymaya başlamıştı bile. Bir yerde sorguluyorum tabi, en gereklisi de bu. Neden yan çizmek? Ne oluyor da oluyor? Buna yakından bakıyorum. Bulabildiğim bazı dürüst nedenler şunlar:

1- Uykusuz kaldıysam, ertesi gün enerjim düşük oluyor, erteliyorum.
2- O gün önemli bir etkinlik varsa, coşkusuna kapılıp erteliyorum.
3- Moralim dağılmışsa, kendi merkezime odaklanamamışsam, erteliyorum.

Bu üçü kesin.

Neyse çok dağılmadan bu sabah yeniden topladım kendimi. Günün ve haftanın haz aralıklarını yoklamadan hiç.. dur, dedim kendime. Bırak hazları şimdi. Uzun vadede bak, makro bak. Spor gün boyu sürmeyecek, bir başlangıç ve bitiş zamanı var. Diğer tüm işlerim de öyle. Sonuna kadar gitsen ne olur? Şimdi vazgeçsen ne olur? Bugün yapmazsan ne zaman yapacaksın? Daha önce çok yaptın. Bıraktın. Mutsuz oldun.

İkna ettim kendimi. Açıkçası motivasyonu düşüren en önemli etken, darmadağınık geçen hafta sonu - yorgunluk ve evin çer çöp içinde olmasıydı. Şimdi bunlara takılırsam, zamandan herhangi bir kazancım olamayacak. Kalk, dedim. O ilk 'kalk' anı vardır ya...

Kalktım, uzun bir yürüyüş yaptım. Yürüyüşte, İngilizce videolar dinledim, eve gelir gelmez notlarımı aldım. Arkasından evi genel toparladım. Elektrik süpürgesi bozuk. Temizlik kaldı ama (yerleri alma Volkan'ın işiydi) yine de ferahlattım evi, kısa sürede. Çamaşırları çıkarken atmıştım, bitmişler- yine video dinlerken astım. Sonra bugün yenecek çiğ sebzeleri sirkeli suya koydum. Kendime kabak omlet + çiğ biber tabağı hazırladım. Günlük / haftalık bullet journal'ımı yaptım. İşle ilgili içeriklerimi hazırladım, planlarımı yaptım. Şimdi de akşam için tencere yemeği yapıcam, bu sırada biraz Radyo ODTÜ dinlerim. Bugünün koşturması bunlarla bitmiyor, enerji için yeşil çay + elma + fıstık kombini yapmak istiyorum.

Kayda alıyorum bazı şeyleri. En sonunda bir hatırlatma filmi yapmak için.

Yola çıkarken istemek kolay. Yolda oluyor ne olursa. Yolun yokuşunu çıkıyorum, farkındayım.




Share:
Devamı

Küçük Joe: İlerleme raporu.

Yaklaşık 3 hafta olmuş en son buraya yazalı. O arada buranın çehresi değişti. Benim hayatımın gidişatı da. Kendimi çok sıkıya soktuğumu söyleyemem. Öncelikli olarak istediğim, spontan gelişen günlerdi. O konuda başarılı oldum. Fakat artık sonbahara girdiğimiz için, örneğin güneşli gün sayısı azaldı ve ben daha az bisiklete bindim. Yine de bindim canımın istediği kadar.

Fakat bisikletten daha önemli gelişmeler oldu. Romanı tekrar ele aldım örneğin ve bugün itibariyle yazmaya başladım. İki sene süre vermiştim kendime. Şu an iki sene aşırı uzun geliyor. Yılbaşına kadar bitiremesem de yarıdan fazlasını yazacağımı sanıyorum. Ama o ilk taslak olursa onu bilemem. Şu an temiz gidiyorum henüz sadece bir sayfa bile yazmış olsam. İlk bölümün birinci sayfasını yazdım. Girişten hemen sonra.

İş konusu da kendi içinde bir evrim geçirdi. Çok fazla açıklamak istemiyorum çünkü henüz kendimden çok emin değilim, fakat olursa aldığım eğitimi kullanacağım bir iş olacak: psikanaliz. Yine de şu an her şey çok kırılgan.

Korodan ani bir kararla ayrıldım. Müzikten biraz uzaklaştım. Edebiyata yaklaştım. Şu an beni en çok zorlayan şey, iki satır yazsam da birine okutmak için ölüp bitmem. Çok sabırsızım o konuda. Herkes nasıl yapıyor bilmiyorum.

Bundan sonra büyük bir olay olmadıkça her gün romanı yazmayı düşünüyorum. 
Share:
Devamı

Öğrenen Anne %28

Dibe vurmadan, dizlerimle itip yüzeye çıkacak gücü bulamıyorum. İlle en dibe bir dalacağım. Efendi efendi yüzüversene.. Yok. işte tam bu nedenle, hayat roller coaster gibi, bazen tırmanıyorsun, bazen en tepedesin, bazen hızla aşağı kayıyorsun, sonra yine tırmanıyorsun.. Bazen tepetaklaksın.. Hayat çok tuhaf. Ama heralde düz bir çizgi olsaydı, dayanamazdık, hepimiz vaz geçerdik..

Neyse. Şükür, bu hafta tırmanışa başladık yine. Projeler ve hedefler tam gaz uygulanıyor!

Spora asıldım, hemen hormonlar düzene girdi, moralim yerine geldi - yanıma oturan 80'lik nine 120kg ile bacak çalışınca biraz afalladım ama yılmadım..

Almanca çalışmaya başladım, adamların yastığın çevirdiğinde yanağına hoş bir his veren soğuk tarafına bile bir kelime bulduklarını öğrenince (kissenkuhlelabsal) biraz moralim bozuldu ama yılmadım..

Kitabıma asıldım 2 cümle yazabildim ama sonra Oscar Wilde'ın şu sözü geldi aklıma: "Tüm sabah bir virgülü çıkarmak için uğraştım, akşam geri koydum". Yılmadım..

Çocuklarla şahane çocuk oldum. Sonra dengeyi bulmak için yaşlılarla da yaşlı olmam gerekti. Komşular arası kapı önlerinde icra edilen "senin neren bozuk" konulu sohbetlerin aranılan ismiydim. Yaşasın hipokondri. Ayrıca qi-gong'a geri döndüm (hani şu Çinlilerin park bahçelerde yaptıkları, yavaş çekim dövüş sanatı gibi gözüken ata sporları). 85'lik nine ve dedeler ve ben. Allahım meğerse ben yaşlı değilmişim, bebekmişim daha yahu! Ay bi genç hissettim, bi güçlü hissettim..

Elaleme gösterdiğim şefkat, olumlu motivasyon ve inceliğin 10'da 1'ini kendime gösterdim ve nasıl ihtiyacım varmış, şaşırdım. Herkese bol keseden dağıttığım karşılıksız yardımseverliği, zor zaman dostluğunu, olumsuz yönleri görmeyip olumluları yüceltmeyi biraz da kendime gösterince nasıl ışıldadım!

Kocama iyi yönlerini anlattığım ufak bir mektup yazdım, yastığının altına koydum. Bulunca ve okuyunca sevinçten delirdi. O bana yazmazsa, bu hafta bir tane de kendi kendime yazmayı düşünüyorum!

Jim Carrey'in "yes man"i oldum ve pişman olmadım. Her teklife tamam dedim, çılgınlar gibi sosyalleştiğim ve keyif aldığım bir hafta oldu, başım derde girmedi :D Fakat sosyal çevremde çok yakın "dost"um olmadığını düşünmeye devam ediyorum.. 2000 ve 5000km ötedekilerle sesli görüşme yaptım, çok iyi geldi. Bunu rutine bağlamaya karar verdim.

Kendimi ittirmeye ve zorlamaya karar verdim. Bahane yorgunluk, isteksizlik, başarısızlık korkusu olmamalı. En azından denemeli, başaramamayı kabul etmeyi de öğrenmeliyim. Düşünmektense, harekete geçmeliyim, sonuca değil, sürece odaklanmalıyım.
Share:
Devamı

SORU-016


Haftanın sonuna yaklaşırken hafta başında edinmek istediğim alışkanlıklara şöyle bir bakayım dedim. Her gün 10 dakika kitap oku. Hiç sektirmeden her gün tik atabildiğim maddelerden biri. Başlayınca hızını da alamıyor insan. Dün ilk kitabımı bitirdim. Alkış!

Hafta içi araba kullanma. Bugüne kadar başarıyla tik attığım bir madde. Bu akşam spordan sonra arkadaşımı almak için havalimanına gideceğim; işe arabayla geldim vakit kaybı olmasın diye. Ama arabayı şirkette bırakıp tramvayla gidip geleceğim spora. Bugün bu maddeye yarım artı verebiliriz.

Her gün Duolingo. Araba yerine tramvay kullanmaya başlayınca Duolingo da tik atılabilir bir maddem oldu. Ama haftasonu şehirdışından gelen arkadaşımla ilgileneceğim için aksar diye tahmin ediyorum. 10 dakikayı nasıl büyütüyorum ama gözümde. Eğer haftasonu aksatmazsam yıldızlı pekiyi.

Her sabah 5 dakika bacak fırçala. Diş fırçalamayı sevmem ama bu bacak fırçalama işi beni mest ediyor. O minik minik karıncalanma hissi yok mu… Geç kalmak pahasına fırçalanıyorum.

No Spend Day Tracker. Tek bir tik bile atamadım. Bu haftayı tiksiz kapatırım gibi görünüyor. Önümüzdeki hafta için hedefim şimdiden belli. 1 tik. Tek bir tik. Gün fark etmez.

SORU-016
EN BÜYÜK KORKUNUZ NEDİR?

Bir sürü korkum var. Biraz eşeleyince hepsinin altından “yetersizlik” çıkıyor. Yeterlilik gibi göreceli kavramların yaratacağı sarsıntıları önlemek de çok zor. SORU-002’de başarı kriterimin başkalarıyla kıyaslayınca ortalamanın üstüne çıkmak olduğunu tespit etmiştim. Bu inanç kalıbının sağlıklı olmadığı ise gün gibi ortada. Ben haftada 3 gün yaptığım sporumla iyi bir fiziğe sahip olduğuma inanırken tatile gittiğim yere güzellik yarışması kızları hazırlık kampına gelirse ne olacak? Türkiye’deki en iyi okulu kazanan çocuk, dünya çapında başarılı bir çocuk mu?

Bu kıyas tablosundan sağ çıkma ihtimalim yok.

Belki yetersizlik hissimi yok etmiyor ama kendimi daha yeterli hissetmemi sağlayan birkaç egzersiz var. Pek çok yerde yazıyor, klişe gibi geliyor ama bana iyi geliyorsa klişe olmasının bir önemi yok.

Yeterince başarılı olamama korkuma iyi gelen şey hedefleri küçük parçalara bölmek. “İspanyolca öğren” kutusuna tik atmak çok zor; Advanced olunca mı tik atacağım, bir İspanyolca sunum yaptınca mı, DELE sınavını geçince mi? Parçalara bölüp her gittiğim dersi, her atladığım kuru, her gün yaptığım tekrarı görünce süreci takdir ediyor ve kendimi daha başarılı hissediyorum.

Sahip olduklarımın listesini yapmak da bana çok iyi gelen bir egzersiz. O dönemde yeterince sevilmediğimi düşünüyorsam oturup beni sevenlerin listesini yapıyorum. Çok çocukça ama liste uzayınca “bu kadar insanın sevdiği biri sevilmeyi hak eden biri olmalı.” hissi geliyor. Kendimde sevilesi bulduğum özellikleri de yazmışlığım var. Hatta bir iki kişiye “bende en çok sevdiğiniz şey ne?” diye sorup bunları da listelediğim oldu. Çocukçaysa da çocukça; iyi geldi mi, geldi.

Bunu yazıp yazmamak konusunda çok tereddüt ettim ama alenen bir kıyas tablosu yapmak da uyguladığım bir teknik. Bunu yaptıysam belli ki bir kıskançlık atağı atlatmışım. Kendimi suyun üstüne çıkarmak için kıskandığım kişinin üzerine basıyorum diyebiliriz. İki kolon yapıyorum “o” ve “ben. Onun fiziği çok güzel ama ben akademik olarak daha başarılıyım. O daha zarif ama ben de snowboard yapabiliyorum. Herkes her alanda en iyi olamıyor, kendimin daha iyi olduğu bir şeyler bulunca rahatlıyorum. Karşımdakini kıskandığım özellikler de kendimi geliştirmek istediğim konular olarak önümde listelenmiş oluyor. Onun zerafetini kıskandıysam Ahmet Abi gibi oturmayarak işe başlayabilirim. O kızı benden daha güzel yağan şey pırıl pırıl cildiyse demek ki cilt bakımı konusunda biraz araştırma yapmam gerekiyor.

Share:
Devamı

GeCe- Kayıp Zamanı Keyifli Hale Getirmek

Belki benim karakterimden, belki iki çocuklu anne olunca zor bulduğum zamanların kıymetini bilmekten bilemiyorum, gün içinde zamanımı olabildiğince verimli ve keyifli hale getirmeye çalışıyorum. Daha ilk yazımda bahsetmiştim, günün büyük bir çoğunluğunda mecburi olarak yapmam gerekenler var ve onları o kadar uzun zamandır tekrar tekrar yapıyorum ki, kendi kendime bu oyunları oynamasam kafayı yiyebilirdim. Bu yüzden belki hayattan bezmiş görünmüyorum, hala neşemi koruyabiliyorum. Bu yazıda kısaca neler yaptığımdan bahsedeyim.

Hergün yapmam gereken işlerin başında, ev düzeni, yemek ve çocuklarla ilgilenme geliyor. Ev düzeni konusunda, üzerinde çok kafa patlattıktan sonra olabilecek en pratik çözümlere ulaştım. Her gün belli başlı şeyleri kısa sürede yapabiliyorum. Diğer yandan düzenli bir evin, çocukların huzurunu olumlu anlamda etkilediğine çok şahit oldum. Tıpkı günlük rutinlerin onları güvende hissetmesini sağladığı gibi, düzenli ev de benzer etkiyi sağlıyor. Aradığı şeyin nerde olduğunu bilmek dünyanın karmaşıklığını azaltıyor, önceden hazırladığım gruplandırmanın kendileri tarafında devamını sağlamak onların, hayatlarını nispeten kontrol edebileceği bilgisini veriyor. Ev düzeninin sadece evi toplamak değil, onlara sıcak ve huzurlu bir ortam sağlayacağını, bazı beceriler kazandıracağını bilmek bana haz veriyor. Böylece ev işi üzerimde külfete değil, eğlenceye dönüşüyor.

Yemek hazırlama konusunda da benzer şekilde. Burada dışardan alıp yeme imkanı oldukça nadir. Fırında hazır ısıt ye yemekleri marketlerde oldukça yaygın ama pek tercih etmiyorum. Dolayısıyla hergün yemek pişiyor bizim evde. Yemek yapmayı seviyorum ama yine bunu kendim için eğlenceli hale getirmeye çalışıyorum. Yeni lezzetler deniyorum, sofrayı misafir gelecekmiş gibi hazırlıyorum. Çok çeşit yapıyorum. Ben ve ailem de misafir özenini kesinlikle hakediyor.

Çocuklarla ilgilenme kısmına gelince, genelde evde beraber vakit geçirme ve dışarda bir yerlerde bekleme olarak ikiye ayırabilirim. Dışarda iken genelde yanımda sohbet edecek birileri oluyor, o zaman sosyalleşmenin tadını çıkarıyorum. Eğer kimse yoksa amatör olarak ilgi duyduğum fotoğraf çekimine, eğer daha uzun vaktim varsa kitap ve öykü okumalarına vuruyorum kendimi. Evde çocuklarla birebir oyun zamanı eskiye nazaran oldukça azaldı ama, bazen sadece yanlarında durup onlara bakmamı, veya oyunlarına meteryal sağlamamı istiyorlar; boya getir, su getir, şurayı sil... gibi. Ve tabi konsantre ilgi. Aferin, bravo, şurayı yeniden yap, böyle denemek ister misin... şeklinde onları takip ettiğini belli eden yorumlar. Ve mutlaka aynı odada bulunmamı istiyorlar, genelde kitap okuyup örgü örerek eşlik ediyorum.

Depolarıma gelecek olursam, ikisi de hala sallantıda. Tam anlamıyla rutine girmedi ama başladı. Eh bu da bir gelişme sayılır.

Sevgiler






Share:
Devamı

SORU-015


Finansal özgürlüğünü kazanmak bir iş sahibi olup temel ihtiyaçları karşılayabilmekle olmuyor. Para kazandığınız işinizi kaybederseniz temel ihtiyaçlarınızı karşılayamayacaksanız finansal olarak özgür değilsiniz demek oluyor. Finansal olarak özgür olmayan birey de maalesef herhangi bir açıdan özgür olamıyor. Ev kredisi ödemek zorundaysanız işinizi kaybetmeyi göze alamaz, size hakaret derecesinde şakalar yapan koordinatörünüze güleryüz göstermek zorunda kalırsınız. Gerçekten özgür olsanız o kişisinin size o şakayı yapmasına izin vermezsiniz. “Yeter!” diyip çıkabilme lüksüne sahipseniz sadece işinizi yapmayı istediğiniz için orada olursunuz. Özgür iradesiyle o şirkette bulunmayı seçen personellerin olduğu firmalarda ortaya çıkan ürünler tartışmasız kalitelidir, o şirketin marka imajı sempati duyulasıdır.

Eğer bir kişi her sene sahip olduğu varlığın %4ünü harcıyorsa zengin sayılıyormuş. Çünkü her sene %4ünü harcadığınız bir kaynağı ömrünüzün sonuna kadar tüketemiyormuşsunuz. Sahip olduğunuz varlığınızdan daha çok harcama alışkanlığınız sizi zengin ediyor, diyebiliriz. Yapabileceğimiz bir diğer hesap da şu: yıllık giderinizi 25 ile çarparsanız zengin olmak için ihtiyacınız olan miktarı bulabilirsiniz.

SORU-015
YAPTIĞINIZ İŞİ SEVİYOR MUSUNUZ? BÜYÜK İKRAMİYE SİZE ÇIKSA NE İŞ YAPARDINIZ?

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Bölümü mezunuyum. Çok büyük ideallerle seçtim mesleğimi, okulda aldığım eğitimle dahi bir sanatçı olacağıma inandım. Okulumun ilk yaz tatilinde bir mimarlık ofisinde çalışmaya başladım. Ofisten kazandığım parayla geçinemeyeceğimi anlayınca bir de barda çalışmaya başladım. Komiktir ki bardan kazandığım para, mesleğimi geliştirmeye çalıştığım yerde kazandığımın 5 katıydı. Temel ihtiyaçlarınızı karşılayamadan idealist olamazsınız. Mesleğime inancımı ilk bu konuda kaybettim.

Annem resim öğretmeni, benim de elim kırıktır. Okulda bir paftalar çiziyorum ki aman aman, neredeyse ressamım. Öğrenimini gördüğüm işin inşaat sektörünün bir parçası olduğunu anlamam üçüncü senemin sonundaki şantiye stajımı buldu. Kağıtta, bilgisayardaki artistik çizgilerin gerçek hayattaki karşılığının beton, çelik, toz, usta teri, mal sahibi küfrü olduğuyla yüzleştiğimde bir kere daha kırıldım.

Mezuniyetimden hemen sonra İstanbul’daki en büyük projede çalıştım. İnsana olan inancımı da orada kaybettim. Güvendiğin insanlar tarafından kullanılmak mı ararsın, hak etmediği halde senden fazla kazananı mı, dedikodu mu istersin, entrika mı? En büyük şansım bağlı olduğum müdürümün finansal özgürlük sahibi bir kadın olması, inanmadığı şeye inanmadığını söyleyebilmesi, saygıyı hak etmeyene saygı göstermemesiydi.

İstanbul’dan İzmir’e taşınacağımı söylediğimde şansım yaver gitti ve bana göre yüklü bir miktar tazminat aldım. İlk defa elimde toplu bir para oldu. Hem paramı bağlamak hem de ben bu hayatta bir şeye sahip oldum hissini yaşamak için bir yıllık da kredi çekerek araba sahibi oldum. Aileme ait evde kız kardeşimle beraber yaşayacağım için kira masrafım olmayacaktı. 10 yıl sonra ilk defa kira ödemiyorum, çok enteresan bir his. Bugün işimden olsam arabamı satar, kredi borcumu kapatır, işsizlik maaşıyla temel ihtiyaçlarımı gideririm. Bu süre içinde de yeni ve daha iyi bir işi hayatıma çekmeye niyet ederim.

Özgür müyüm? Tam değil ama evet. İşime finansal olarak özgür olabileceğim o günleri planlayarak geldiğimi itiraf etmeliyim. Eğer bu işten para kazanmasaydım bu işi yapmazdım. Yaptığım işi seviyorum diyemem bu durumda. Ama bana özgürlüğümü verecek kaynaklar yaratmamda yardımcı olduğu için işimin varlığına minnettarım.

Genç yaşta kendimi emekli etmek gibi bir hayalim var. Ama çalışmamanın insana iyi gelmediğine inanıyorum. Emekliliğimde elimle ürettiğim şeylerle ilgilenmek istiyorum. Bunları yapabileceğim ve sergileyebileceğim bir atölyem olsun isterdim. Seramik, resim, örgü, dijital sanat pek çok şey olsun içinde; benim ilgilendiğim her şey. Gelen giden farklı faklı insanlar olsun, bir kahve yapayım, oturup iki lafın belini kıralım, başka bir bakış açısı edineyim her birinden.   

Karşılığında 5 kuruş kazanmasam bile her gün severek, koşa koşa giderdim ben o atölyeye.

Share:
Devamı

Bir Roman Yazmak-2 -Bir Önceki Yazımın Yorumlarına Cevaplar

    ''Yazmaya geç başlayanların sayısı pek çoktur. Günlük hayatın çetin koşulları geç kalanların moralini de olumsuz etkiliyor ama bunun iyiye yorulabilecek bir yanı var: 
      Gecikme boyunca biriktirilenler erken yaşlardakilerden her zaman çoktur.'' 
      (Semih Gümüş; Yazar Olabilir Miyim)



A4 boyutunda olmasa da günlük 5 sayfa hedefime ulaştım :) Önceki taslakların faydası oluyor. Kurşun kalemle yazmak  hızımı artırdı. Dönüp beğenmediğim yerleri siliyor ve keşke şöyle yazsaydım tuzağına takılmıyorum.

Bir önceki yazıya çok güzel yorumlar gelmiş. Teşekkür ederim. İş yeri bilgisayarında yazıyorum ve malesef blogspot uzantılı sayfalar açılmıyor:(( Telefondan yazdığım cevaplar nedense görünmüyor, ayarlarla ilgili bir sıkıntı var sanıyorum.

@küçükjoe şimdilik spontan ilerliyorum. ''Son'' yazmayı bırak bir sonraki sayfayı bile düşünmüyorum. Buraya yazmamın sebebi de o aslında, vazgeçmemek. En azından sizlere ilan ettim.

@merveuzun sizi çok iyi anlıyorum. İnsan neden roman yazmak ister?? Bazı şeyler söyleyebilirim ama yeterli olmayacağını düşünüyorum. En önemlisi, anlatacak çok şeyim var gibi hissedip bunları kişiler ve olaylar üzerinden yazıya dökmek sanırım.

@cem kazan çok teşekkür ederim. Deniyorum. ''Bu iş bana göre değilmiş'' demek de kazanç olacak benim için.

@öğrenenanne, GeCe, Kahve sağolun, var olun.

Cuma görüşmek üzere.


Share:
Devamı

SORU-014


Mevsim geçişinden kaynaklı olduğunu düşündüğüm bir uykunun yetememesi, kafanın yastıktan ayrılmak istememesi sendromu içindeyim son bir haftadır. Sabah 7’de zınk diye uyanan ben alarmı susturup tekrar uyuyup yarım saat sonra korkuyla, geç kaldım hissiyle uyanmalara başladım. Vücudumun uyku istediğinin farkında olduğum için dün akşam 23’te yattım ama vücudumu 8 saat de kesmemiş; bir yarım saat daha maçı uzatmalara götürmüş. Uykuya direnmek çok zor, en ihtiyacın olan anda çekiveriyor fişini uykusuz vücut. Vücut ne derse o, biraz daha erken yatmayı denemem gerekecek sanırım. Çok şükür işim var da yataktan kalkıyorum, kendi irademle kalkmam gerekse kim bilir saat kaçları bulur, ömrümden kaç saat kaybederim. İyi ki işim var! Canım işim!

Vücudum tüm kış uykusu hazırlıklarını yapıyor olsa gerek ki iştahım da artıyor. Akşam yemeğimi saat 6’ya doğru yiyordum; şimdi saat 5’i beklemekte bile zorlanıyorum. 5’te yediğimle kalacak olsam yine iyi; biliyorum ki akşam “az bi’ şey koy ağzına da öyle yat” diyecek. Uykuya direnmek kadar zor bir şey varsa o da yemeğe direnmek ama bu konuda uykuya gösterdiğim anlayışı gösteremeyeceğim. Kışın üşümemek için yağ depolamaya çalıştığını biliyorum vücudum ama montlarımız var kalın kalın, para verdik aldık yani sen kendini yorma.

Arabasızlık denemelerim sürüyor, işe yürüyerek geldim, hem de spor günüm ve kendimi sabote etmemeyi başardım. Alkışlar yağıyor şu an. Uyuyakalmama rağmen bacaklarımı da dişlerim gibi fırçaladım. Bacaklarım da dişlerim kadar değerli ve ilgi gösterilen şeyler güzelleşir. Peki ya “no spend”? Bu konuda sadece gözlem yapıyorum ama henüz o tracker’da bir haneyi bile karalayamadım, ciğerim yanmıyor desem yalan.

SORU-014
GELİŞTİRİLMESİ GEREKEN YANLARINIZ NELERDİR?

  • ·        Sosyal ilişkilere ayrılacak zamanın organizasyonunu yapabilmek.

Zaman yönetimi konusunda iyiyimdir ama bazen aylarca görüşmediğim ama her gün görüştüğüm kişilerden daha çok sevdiğim insanlar oluyor. Her spora gittiğimde oradaki arkadaşlarla bir de kahve içiyorum ama yarım saat uzakta olan üniversite arkadaşımla 2 ay oldu görüşmedim. Bu iş nasıl organize edilir henüz tam çözebilmiş de değilim.

  • ·        Hislerime daha fazla güvenmek.
Bu konu tartışmaya açık ama benim inancıma göre hepimiz her bilgiye vakıfız, hislerimizi modern
dünyada deforme olmuş durumda. Hislerin kas gibi çalıştıkça güçlendiğini düşünüyorum.

  • ·        Hakkımı aramak.
Bazen tembellikten bazen korkaklıktan hakkımı aramıyor ya da savunmuyorum. Geçenlerde bir kadın yan yoldan çıkarak arabamı çizdi ama haklıymış gibi bağırıp çağırdığı için korktum ve sanki benim hatammış gibi tepki verdim. Hala aklıma geldikçe kadına da kendime de kızıyorum.

  • ·        Özşefkat geliştirmek.

Bir üstteki maddede göreceğiniz gibi kendimi teselli edeceğime kendime kızıyorum. Zaten mağdur edilmişim, kadın beni paralize etmiş, “niye öyle demedin, niye böyle davrandın?” diye bir de ben kızıyorum kendime. Bu durumdan ne öğrenebilirsin Burcu’cum? Gel bir sindirelim sakince şu konuyu.

  • ·        Davranış ve düşünce kalıplarımı deşifre etmek.

      Bu çok keyif aldığım, dibi bucağı olmayan bir konu. Keşifler kendimle olan iletişimimi güçlendirmemi sağlıyor. Bir de çözüm üretebilecek cesareti toparlayabilirsem kendime olan güvenim ve saygım da artıyor. Yaşamanın en eğlenceli yanlarından biri kendini daha yakından tanımak. Yarın ne olacağına ve senin olana nasıl tepki vereceğini asla bilemiyorsun.

  • ·        Aktif dinlemek.
Karşımdaki bir şey anlattığında fikir vermek, yorum yapmak, onun lafını bölmek gibi huylarım var. Bana yapılınca çileden çıkıyorum. "En iyisini ben biliyorum, şimdi sus ve dinle!" tavrından kurtulmak, karşımdakini gerçekten dinlemek, onun anlattıklarından ne öğrenebileceğime odaklanmak istiyorum.









Share:
Devamı

SORU-013


Bu akşam iş çıkışı spora gideceğim. Havlusu, terliği, mataraları, yedek kıyafeti derken bir çanta eşya oluyor. Araba kullanmama challenge’ımı en çok spor günlerinin sabote edeceğini biliyordum. Kol çantasında dünyayı taşıyan biri olarak bir de spor çantası eklenince minik bir hamala dönüşüyorum. İşe gelirken iki çantayla geldim ama spora giderken yarın sabaha kadar kullanmayacağım eşyaları ofiste bırakacağım. Çanta optimizasyonu yaparak araba kullanmama iddiamı destekleyebileceğimi düşünüyorum.


SORU-013
GÜÇLÜ YANLARINIZ NELERDİR?

Kendimi geliştirmeye hevesliyim.

Eksiklerim konusunda dürüst olabiliyorum.

Tespit ettiğim eksiklerimi iyileştirmek konusunda gerçekçi aksiyon planları yapabiliyorum.

Planlarımı hayata geçirebiliyorum.


Benim en önemli özelliğim bunlar. Kendimi şirkete mi döndürmüşüm nedir? Belli aralıklarla durum tespiti yapıp aksiyon planları çıkarmalar falan. Karlılığımı ve sürdürülebilirliğimi ön planda tuttuğum da bir gerçek. Tüm bunları etik şirket politikalarıyla da yapmaya özen gösteriyorum üstelik. Müessesemizde güler yüz esastır. Bucita Ltd. Şti. gururla sunar. Since 1991.

Bu kurumsal kimliğime yakışır şekilde kendi şirketimin CEO’su olarak tek çalışanım olan kendimi belli aralıklarla ödüllendirsem, ona primler, motivasyon yemekleri, minik hediye kitleri versem, takdir ettiğimi etkili bir şekilde belirtsem, teşekkür etmeyi unutmasam çok iyi olacak. Ben bir yönetici olsam personelime ilk hatasında kapıyı göstermezdim, onu kıracak laflar sarf etmez, gurunu kırmaz, mağdur etmezdim. Kendi hatalarımda hemen korkup, utanıp kabuğuna çekilen içimdeki beni tekrar motive etmekten, “olur böyle şeyler, bir dahakine ne yapmayacağını biliyorsun; gel şimdi bir yemek yiyelim beraber.” demekten farkı yok bunun. Personelime gösterdiğim anlayışı kendimden esirgememeliyim. Pembe Fili Düşünme’yi okuyan olmuştur mutlaka; “özşefkat” başlığı uzun uzun işlenmişti orada. Başkasına davranmayacağımız şekilde kendimize davranmamak. Yalnız başını yemek yediğinizde de bir sofra hazırlamak gibi işte. En değerlimiz kendimizken en az özen gösterdiğimiz kişi durumuna düşmemek gerektiğini hatırlamam gerekiyor.

Bak hemen bir durum tespiti daha. “Özşefkat” konusunda eksiklerimiz var, Burcu Hanım. Lütfen bu konu hakkında da bir aksiyon planı hazırlayıp ajandalarımızı organize edelim. Konu ile ilgili sık sık hatırlatmalar yapalım. Bir aylık zaman dilimi sonunda durumu tekrar masaya yatırıp grafikleri analiz edelim lütfen.

Saygılarımla,
CEO of Bucita

Share:
Devamı

Bir Roman Yazmak-ELİF

Merhaba Depocular :)



Benim hedefim bu yıl sonuna kadar bir roman yazmak. Ortaya vasat ötesi bir şey çıkabilir, benden ve 2-3 yakın arkadaşımdan başka kimse okumayabilir. Öff bu ne ya, saçma sapan bi şey oldu deyip bir köşeye atabilirim ama bunu yapmak istiyorum. Bunu yapmak istediğimi çok uzun yıllardır biliyorum. 40-50 sayfa yazıp bıraktığım üç taslak var.

Benim sıkıntım hikayenin sonunu bağlayamamak. Ana durakları belirleyememek. Çarpıcı olaylar bulamamak. Daha çok bir durum öyküsü olacak . Hayat gibi işte. Yine de yolun sonunu göremediğim için adımlarımı korkakça atıyor, bir ileri iki geri yapıyorum .

En büyük çekincelerim:

1. Uyduruk bir şey ortaya çıkması ve ''Yıllardır hayal ettiğim eser bu muydu? '' deyip kendime acımak

2. İyi bir okur olmakla yetinmek zorunda olduğumu fark etmek

3. Rezil olmak (Öncelikle size)

Peki burada ne yapacağım: Gün aşırı yazıp projenin ne durumda olduğunu rapor edeceğim. Hedefim her gün en az 5 sayfa yazmak. Elle ve kurşun kalemle  yazıyorum. Klavye bende tutukluk yapıyor. Silgi ile silebilmek çok iyi geliyor.

İyi bir finale nasıl gidilir? En beğendiğiniz romanlar hangileridir? Okuduktan sonra bunu tüm sevdiklerim okumalı dedikleriniz?

Benim ilk 10'um şöyle:

1. Kılıç Yarası Gibi- İsyan Günlerinde Aşk serisi (Ahmet Altan)

2. Unutma Dersleri ; Nermin Yıldırım

3. Coşkuyla Ölmek; Şule Gürbüz

4. Masumiyet Müzesi; Orhan Pamuk

5. Yalnız Kadınlar Sokağı; Maeve Binchy

6. İki Yeşil Susamuru ; Buket Uzuner

7. İza'nın Şarkısı; Magda Szabo

8. Bizim Büyük Çaresizliğimiz; Barış Bıçakçı

9. Cihan Aktaş ve Fürüzan Öyküleri ; Atmosfer oluşturma ve kadın odaklı olmaları açısından çok faydalı olabilir.

10. Divan ; Irvin Yalom

Çarşamba günü görüşmek üzere.


Share:
Devamı

SORU-012


Haftasonu her yeni taşınanın kutsal mekanı İkea’da biraz vakit geçirdim. Sonunda bir kitaplık sahibi olmayı başardım. Salondaki her an yeniden taşınacakmışız etkisi yaratan koliler gitti. Kitaplarımı yerleştirdim kütüphaneme özene bezene. Romanlarıma dokununca, gözüm onları görünce eski bir arkadaşımın fotoğrafına bakmış gibi oldum, arkadaşımı arayasım geldi. Kişisel gelişe gelişe kitaplarla olan ilişkimi biraz deforme etmişim. Öğrenmem, aşmam gereken şeylerle aynı yere girmeye başlamış kitaplar. Oysa onlar benim oyun arkadaşlarım. Roman okumayı çok özlemişim. Okunacaklar listemden 2-3 kitap seçtim, hemen gidip aldım. Bugünden itibaren her gün 10 dakika kitap okumaya niyet ediyorum.

Yeni ev, yeni düzen. Yıllar sonra ilk defa evimi başkasıyla paylaşıyorum. Bu da bazı anlaşmalar yapmayı gerektiriyor. Kardeşimle pazar sabahları yapılacak temizliği bölüştük. Birimizin mazereti olmadığı sürece dönüşümlü olarak bir hafta birimiz, diğer hafta öbürümüz çılgınca banyo temizleyecek. Banyoyu temizlemeyen de yerleri süpürüp silecek. Bu konuda istikrarlı olup olamayacağımızı gözlemleyip iyileştirmeler yapılabilir.

Bir arkadaşım bacaklarını fırçalamayı alışkanlık haline getirmek istiyor ve bunu İnstagram üzerinden duyuruyor ki bir itici güç olsun. Benim ailemde varis ciddi bir sıkıntı ve ben uzun saatler bilgisayar başında oturan otuzlarına yaklaşmış bir kadınım. Bacak fırçalamanın kan dolaşımını arttırdığını pek çok defa okumuştum ama bir fırça edinmemiştim. Geçen hafta fırçamı aldım. Her sabah 5 dakika bacaklarıma ayırıyorum. İlgilenilen her şey güzelleşiyor. Bacaklarıma 5 dakika ayırmak benim onlara borcum.

Bana ne kadar iyi geldiğini bildiğim halde uzun süredir aksattığım bir alışkanlığıma da geri döndüm pazar günü. Kese! Ölü deriyi vücuttan parça parça ayıran o müthiş etkinlik. Duştan çıkınca tüm gözeneklerinizden içeri giren o oksijen. Bu kadar rahatlatıcı bir şeyi nasıl aksatabiliyorum, anlayamıyorum. İki haftada bir hunharca kese yapacağım.

İşimle evim arası çok yakın olmasına rağmen bazı sabahlar oyalanıp oyalanıp son anda işe arabayla gitmeye karar veriyorum. Hem sabah yürüyüşümden oluyorum hem de işten sonra yapacağım her şeyi arabayla yapmam gerekiyor. Spora ve İspanyolca kursuna giderken tramvay kullanmak benim için çok daha avantajlı. Park yeri sıkıntısı çekmiyorum, yolda İspanyolca çalışabiliyorum ve evet benzin harcamıyorum. Eğer çıkışta araba kullanmam gereken bir durum yoksa hafta içi araba kullanmamaya niyet ediyorum.

İspanyolca kursunu desteklesin diye Duolingo kullanıyorum. Günlük tekrar ve kelime bilgisi için faydalı buluyorum. Seveni sevmeyeni vardır muhakkak ama ben yararını görüyorum. Benim Duolingo’ya ayırdığım zaman iş çıkışı İspanyolca kursuna ya da spora giderkenki tramvayda geçen zaman. Araba kullanmak benim Duolingo rutinlerime de balta vurdu. Az araba çok İspanyolca.

Yıllardır bütçe yaparım. Tatlı bir excel tablom var, düzen takıntım burada çok işime yarıyor. Bullet journal kullanıcılarının alışkanlık takip ettikleri tablolar var ya, takip ettikleri bir alışkanlık var ki çok hoşuma gitti. “no spend day”. Bu konuda bir hedef belirlemeden önce durumumu tespit etmek için ben de bir cetvel tutmaya karar verdim. Bir ay boyunca hiç harcama yapmadığım kaç gün var? Bunu belirledikten sonra iyileştirme planı yapacağım. İlk hedef mevcut durum tespit raporu hazırlamak.

Haftaya iddialı başladım. Kendime güveniyorum. Desteklerinizi bekliyorum. Günün sorusunu biraz işime geldiği gibi soracağım:

SORU-012
BU HAFTA HAYATINIZA HANGİ YENİ ALIŞKANLIKLARI DAVET EDİYORSUNUZ?

  1. Her gün 10 dakika kitap oku.
  2. Pazar temizliği.
  3. Her sabah 5 dakika bacak fırçala.
  4. İki haftada bir kese yap.
  5. Hafta içi araba kullanma.
  6. Her gün Duolingo.
  7. No Spend Day Tracker


Share:
Devamı

Kahve: Yirmi Üçüncü Gün


Çeyreği bitti takvimin. Kaldı dörtte üç. Bu haftam gayet verimsiz geçti diyebilirim. Olabilir. Bazen günlük hedeflerimden uzaklaşabilirim. Kafam bozuktu biraz. Bunu bir kenara bırakıp, ilk çeyreğin toplam özetine bakarsak, keyif verici bir hareketlenmenin varlığını görmezden gelmek ayıp olur. İlginç bir şey söylemek istiyorum.

Burada, kendi evrenimle alternatif evren arasında bir köprü kurmuş gibi oldum. Bütüne bakarak, yoldan çıkmamayı başarabiliyorum. İlk kez oluyor. Sağolsun buralar. Yoksa çoktan (ve kaçıncı kez) çöp olmuştu planlarım.

Günlük skorlarımı ve minik adımlarımı bu hafta biraz bekletmiş olabilirim. Fakat, bütünden kopmadım, bu bile bir depo eritmek. Benim için dev gelişme. Boş da durmadım aslında. Sağlık rutin kontrollerimi tamamladım. İş koşturdum. Bazı ailesel mevzular hallettim. Tabi, gün sonunda depolarım adına koparabildiğim elle tutulur pek bir şey olmadı. Olanlar da var. Aksayan da var. Şimdi kalan süremde, kaldığım yerden toplamaya devam etmek istiyorum. 

İçimde, bitmek bilmeyen bir coşku var. Tam neyin coşkusu bilmiyorum. Bir şeye içten inanmanın olabilir.





Share:
Devamı

Sabotaj bazen iyi midir?

Şu konuda bir anlaşalım mı? Herkes spor insanı değil. Herkes aslan kaplan mı, narin kelebekler de var ( ben hangisiyim bildiniz mi?) değil mi ama... Belki ben de güzel güzel  süzülmek ve kendimi hic yormamak için doğmuşumdur olamaz mı yani? Bir çita hızıyla ko.... Offfhhhhh... Tamam ben de inanmadım. Gerçekten biraz spor lazım. Spor deyince illa kas kitleni ikiye katlayacak şeyler olması gerekmiyor ama biraz hareket biraz da esneklik kesinlikle gerekiyor. Hele benim gibi sabahtan akşama masa başında çalışan, bir toplantı salonundan ötekine geçmek için ayağa kalkan insanlar hayatına biraz fiziksel egzersizi mutlaka katmalı.

İşte tam bunları düşünürken grip oldum geçen hafta. Kötüye gitmedim ama iyileşme de yok, kafamı kaldıramaz halde 5 gün geçirdim. Hareket falan yalan oldu.

Sonra şehir dışında bir çalıştayda görevliydim (bu vesileyle yine mikemmel toplumsal analizlere giriştim okuyarak fenalık geçirmek isteyenler için şurada ). 4 gün boyu yavrudan ayrı kalmak istemedim, çalıştay ili memlekete de 1.5 saat mesafede, annemlerle yavruyu oraya bırakıp sabah akşam gel git yaptım.  Saatlerim toplantıda ve otobüste geçti, hareket namına tek yaptığım akşam gelince üstüme atlayan oğlumla boğuşmak oldu...

Güzel tarafına geliyorum, bu yolculuk sayesinde "ebeveynlik dışı kitap okuma" hedefimi çoktan aştım! 

İlk önce Yerdeniz Büyücüsü'nü okumuştum. Ardından Küçük Arı'yı (Chris Cleave) buldum. Okurken ve bittikten sonra yüreğime kıymık gibi battı-ki bu benim için yıldızlı beş anlamına gelir. Arkasından daha önce nasıl olup da okumadığıma hayret ettiğim Uçurtma Avcısı'nı (Khaled Hosseini) bitirdim. Bütün hikaye boyunca göğsümde bir fil oturuyordu ve hala kalkmış sayilmaz; kendimi ara ara kitaptan bölümler düşünürken buluyorum... Diğer kitapsa Ayşe Kulin-Kördüğüm. Şimdiye kadar beğenmediğim tek kitabı diyebilirim.

Sonuç olarak bir takım sabotaj gibi görünen durumların faydalarını yaşadığımı fark ettim. Planının dışına azıcık çıkınca her şeye uyuz olan ben, bu kez çok mutlu oldum. Bunu da, depo boşaltmaya niyet etmenin gücüne yordum.

Share:
Devamı

Öğrenen Anne %21

Bugün, anksiyete ve endişelere şükretmeyi öğrendim!

Son bir kaç haftadır uyku sistemim bozuldu. Daha doğrusu çocuklar doğalı beri yani son 5 senedir o eski 7-8 saatlik uykulardan eser yok tabii, gecede 3-4 defa kalkmalı ve toplamda 5 saat uykuya şükretmeli döneme bile alıştım yani. Ama onun dışında bir de üstüne yeni bir uyku bozukluğu eklendi: saat 3 gibi uyanma ve bir daha uyuyamama. Nedeni de; aklıma türlü türlü "yaşamın anlamı" soruları, planlar programlar, yapılacakların listesi falan takılıyor. Endişeler değil, planlar.. Ama tutuyorum onlara heyecanlanıyorum ya da bir ufak ayrıntıyı düşünürken, uykum açılıyor. Yaz ortasından beri oluyor bu.

Fakat dün gece uyanıp yine düşünürken, resmen bir endişe krizi yaşadım. Bu panik ataktan biraz farklı, kalp çarpıntısı, ölecekmiş hissi gibi fiziksel emareler olmuyor ama insan dünya üzerindeki tüm endişelerin birden üstüne hücum ettiği hissine kapılıyor. Yani tüm o endişelerin ne kadar saçma olduğunu biliyorsun, kendini rahatlatma yöntemlerini uyguluyorsun, dikkatini başka alanlara yönlendirmeye çalışıyorsun ama nafile. Endişe krizi berbat bir his, sanki dört bir yandan birbirinden bağımsız irili ufaklı endişeler tarafından sıkıştırıldığını hissediyorsun.

Kalktım tabii. Kendime "gecenin 2'sinden sonra yapılan hiç bir şeyin sonucu iyi olmaz" ya da "karanlık bastığında düşünmeyi bırak, gün ışıdığında düşünmeyi dene" falan gibi klişeleri sayıyorum. Yetmedi. Tuttum kendi kendime terapistlik yaptım, 5-4-3-2-1 yöntemini uyguladım. Yetmedi. Biraz meditasyon yaptım. Yetmedi. Gittikçe de artmaya, yavaş yavaş kalp çarpıntısı ve mide bulantısı hissine doğru gitmeye de başladı. Panik atağa çevirmesi an meselesi ve sadece terapist olduğum için uyguladığım tekniklerle bir kaç defa kıyısından döndüğüm panik atağa yenilmek de istemiyorum.

O an aklıma komik bir şey geldi (beni tanıyanlar mizahı silah gibi kullanmayı çok sevdiğimi biliyor zaten). Dedim, şükrettiklerimin bir envanterini çıkarayım. Ama bu öyle "sağlığım için şükrediyorum", "iki çocuğum için şükrediyorum" türü banal, klişeler değil, gerçekten elle tutulabilir bana özel şeyler olsun. Koca bir liste yaptım, arada kendime güldüm, arada vay be, buna sahip olduğumu bilmiyordum bak falan dedim. Ama liste bittiğinde ben de rahatlamıştım. Birkaç maddesini buraya yazayım da fikir versin:

- Dudağımın üstündeki bene şükrediyorum, çünkü bu sayede lisede o yakışıklı çocuktan "cindy crawford gibi" lafını duymuştum, şimdiyse konuşamayan oğlumun söylediği tek tük kelimeden biri bu bene parmak uzatıp "mole" demesi, şükrediyorum kendisine! İyi ki varsın ben.
- Arabada devamlı duran sarı şemsiyeye şükrediyorum çünkü o olmasa çok defa donuma kadar ıslanmıştım.
- Pastırma yazına şükrediyorum çünkü tam bir görsel şölen ayrıca rengarenk yaprakları ve bitkilerin tohumlarını toplamak 1 saat, boyama ve elişi yapmak 1 saat, çocuklarla şahane zaman geçirtiyor.

Gibi. Böyle yazınca aslında hayatın çok da endişelenecek bir şey olmadığını, güzelliklerin daha çok olduğunu görmüş oldum gecenin köründe. Onun için listenin en altına şunu ekleyip, yattım:

"Endişe krizine şükrediyorum çünkü hayatımda bir çok şükür vesilesi olduğunu hatırlattı".

Şimdi tek sorun kaldı; şu uyku düzenimi bir yoluna sokmak.
-Kafeini kes. Şekeri kes. Sporu normal düzeyde tut.
-Gece yatakta dizi izlemeyi (özellikle de Jack Ryan ya da The fall gibi ekrana yapıştığım dizileri) kes, onun yerine kitap oku (Borges'in Alef'i başucunda sürünüyor kaç haftadır ya da hatta Monocle Escapist'i oku, mışıl mışıl oh)
- Gece uyandığında ve düşünceler kafana üşüştüğünde şunu tekrarla: "bu sorunu şimdi burada çözebilecek miyim, evet ise hadi kalk çöz. Hayır ise, yat zıbar ya, sabah ola hayrola.
- Uyuycam inadını bırak, uyuma hatta, kalk yoga yap, Almanca çalış, kitabını yaz. Sabahın 3'ünden güzel zaman mı olur, sessiz misss
- Lavanta yağı ya da kanabis yağı varmış piyasada, bi bak istersen.. Te Allam.. Kafa yapmıyormuş ya.
Share:
Devamı

GeCe- Başlamak Ertelemekten Daha Kolay


İkinci haftayı geride bırakırken yine bazı şeyler istediğim gibi gitti bazıları ise gitmedi. Bunda tabi ki aniden sırayla hepimizin hastalanmasının etkisi büyük. Nedense her yıl ailecek hepimizin sırayla geçirdiği bir hastalık var; mide gribi. Önce oğlum karnım ağrıyor dedi birkaç gün boyunca, fakat her zaman olan kusma olmadı, anlamadık. Bir kere okuldayken kustuğunu söyledi ama öğretmenleri de birşey demeyince ciddiye almadık. İştahı azaldı ve en son üst üste kokulu ve yumuşak kaka yapınca eyvah dedim çocuk gerçekten hastaymış. Bu yıl demek ki direnci artmış hafif atlattı.

Ardından ben geçirdim, ben de farketmedim. Bir gün boyunca midem fenaydı ama yeni başladığım diyetten mi acaba diye düşündüm. Fakat ertesi gün aynı diyet devam ederken kendimi birden bire çok iyi hissedince tamam dedim ben de hasta olmuşum 🤦🏼‍♀️

Benden sonra eşim geçirdi ve iki gün boyunca evden çalıştı, hemen ertesi gün kızımda başladı ve bugün okula gitmedi. Bu süreçte ben, evdeki çarşafları, oyuncakları, tuvaletleri, lavaboları defalarca dezenfekte etmekten başka birşey yapamaz oldum. Bugünün sonunda kızım da toparladı, sanırım yarın nihayet normal hayata dönebiliriz.

Bu süreçte hala fiziğe başlamadım, sporumu eksik yaptım ama çok güzel birşey de oldu, iyi ki oldu, diyete başladım.

Bir beslenme danışmanından bir haftalık destek almıştım deneme amaçlı. İlk üç gün gerçekten zordu (tabi içinde hastalığım da varmış) sürekli aç ve beynim dumanlı gezdim 😅 Fakat sonra vücudum alıştı herhalde yeni porsiyonlara, fazla etkilenmeden devam edebildim. Tabi yine acıkıyorum ama dayanılmaz değil. Önceden de çok büyük porsiyonlar tüketen biri değildim aslında ama hani insanın midesine yumruğu kadar yeter derler ya, ondan fazla olmalı ki yediklerim, öğünler arası çok nadir açlık hissederdim. Şimdi ise çok bariz hissediyorum. Öyle böyle derken bu süreçte gayet iyi bir miktar kilo verdim ve iyi ki başlamışım dedim. Bir hafta aslında öyle kısa bir süre ki, şimdi tembellik etseydim yine aynı yerde olacaktım ve üstelik kafamda “of nasıl yapıcam” şeklinde mızırtılar olacaktı. Bir işe niyet edip başladığında ise yaptıklarının yanına kar kalması haricinde bir de o duygusal yükten kurtulmak söz konusu oluyor. Bak yapınca oluyormuş, başardın, gelişme kaydettin düşüncesinin verdiği büyük rahatlama... İşte bu çok güzel bir his.

Önümüzdeki hafta artık programımda olmayan ve sonradan çıkan ekstra iki işi de bitirip asıl rutinimi kurmayı başarmayı umuyorum. Tabi yine ekstra süprizler çıkmazsa... Belki de sürpriz durumlar için kullanılabilecek boş bir zaman ayırsam iyi olacak takvimde. Hiç birşey olmazsa da keyifli birşeyler yaparım ☺️


Share:
Devamı

SORU-011


Ayın 11’i ve 11. sorum. Böyle rastlantıları seviyorum. Keşke yazımı sabahtan yazıp saat 11:11’de yayınlayabilseymişim. Bugünün beni koruyan tılsım 11’lerden gelsin.

İki gündür serzenişlerdeyim. Yorumlarınız ve destekleriniz için çok teşekkür ederim. Kendimi köşeye sıkıştırmak, çözüm üretmek zorunda bırakmak verimli oldu diyebilirim. Görmezden gelinemeyecek bir yol var orada, girişini otlarla kapamaya çalışmışım ama orada işte. O yolun önce girişini temizleyip sonra ufak yürüyüşlere çıkmak niyetindeyim. Umarım bu yeni yol bana ve tüm sevdiklerime şifa getirir.

Şimdi yeni sorularla suyu tekrar bulandıralım. Tortular dibe çöktüğünde bulduğum şeyler beni heyecanlandırıyor. Suyu bulandırma cesaretini gösterdiğim için kendimi tebrik ediyorum. Aferin kız bana! Seviyorum ha kendimi! Canım ben!  

SORU-011
YAŞAMINIZDA SİZİ EN ÇOK HEYECANLANDIRAN ŞEY NEDİR?

Başlangıçlar!

Taşınmayı çok severim mesela. İstanbul’da çok fazla ev değiştirmem gerektiğinden olsa gerek bu işi pratik hale getirmeyi de öğrendim. Eşya azaltmayı, kategorize etmenin pratikliğini, süsün fazlasının yük olduğunu bana hayat deneyimlerle öğretti. Eski evin toparlanması, yeni evin ihtiyaçları, nakliye, yerleşme süreci, mobilya montajları… Yeni evin işler hale gelmesine kadar geçen o süreci çok seviyorum. Yeni bir düzen oturtmak, eksikleri tespit etmek, çalışmayan bir sistemi işler hale getirmek…

Eğer kurulu bir düzenim varsa da bu düzenin içinde yeni başlangıçlar yaratmaktan heyecan duyuyorum. Yeni bir kursa başlamak, yeni insanlarla ilişki kurmaya başlamak, yeni bir şey öğrenmeye başlamak, yeni bir deftere başlamak…

Her başlangıç bir suyu bulandırma girişimi sanırım. Suyu her bulandırdığımda altında kendime dair bir şey bulacağımı bildiğim için heyecan duyuyor olabilirim. Kendimi keşfetmek bana heyecan veriyor demek ki.

Geçen kış işten çok bunaldığım, kendimi çok sıkışmış hissettiğim bir dönem yaşamıştım. 6 gün aralıksız çalışmaya yetecek mental gücüm yoktu. İstanbul’dan Kartalkaya’ya ve Uludağ’a günübirlik turlar vardır. Sabah 5’te otobüse binersiniz, 3-4 saat yol sürer, pistler açıldığında tesiste olursunuz; hava kararmak üzereyken pistler kapanır, 3-4 saat yoldan sonra akşam 10-11 gibi evde olursunuz. (İzmir’de böyle turlar yok, İstanbul’un en özlediğim yanı.) 2 ay boyunca çarşambaları izin aldım. Haftayı ikiye bölerek haftasonu kalabalığına, trafiğine kalmadan dağlara çıktım. Snowboard benim için o ana kadar bir grup aktivitesiydi, arkadaşlarla zevkli olan, kalabalık fotoğraflar çektirdiğimiz bir etkinlik. Geçen kış kafayı yemem sonucu snowboard benim için bir terapiye dönüştü. “Çok soğuk, parmaklarım dondu ya of” diyebileceğiniz biri yok etrafta, sakin sakin, kabullenişle hazırlanıp çıkıyorsunuz o karların içine, kendi kendinize yetmeniz gerekiyor. Vücudum neleri yapmaktan imtina ediyor, board’um karları ezerken nasıl bir ses çıkarıyor, canım ne zaman oturup dinlenmek, ne zaman hızlanmak istiyor? Kimseler sizi görmezken nasıl birisiniz?
Yalnız başıma çıktığım dağlarda tanımadığım insanlara canımı da emanet ettim sislerin ortasında, bir daha hiç karşılaşmadığım insanlarla aynı masada yemek de yedim, dağ yolun tanıştığım hala görüştüğüm arkadaşlar da edindim, hiçkimseyle konuşmadan döndüğüm de oldu eve. Yalnız gittim, yalnız döndüm ama hiçbir seferinde evden çıkarkenki ben olarak geri girmedim eve.

Bana yeni bir ben tanıtan o çarşambalar çok heyecanlandırdı beni. İzmir’e geri dönmek, yeni bir işe başlamak çok heyecanlandırdı. Yeni evime taşınmak, yeni bir kedi sahiplenmek çok heyecanlandırdı. Yeni bir dil öğrenmek, yeni bir spor denemek, yeni insanlarla tanışmak çok heyecanlandırdı. Yeniden yazmaya başlamak için aldığım defter, yazdıklarımı paylaşabileceğim bu blog beni çok heyecanlandırdı.

Bu aralar suyu ne güzel bulandırmışım.

Aferin bana!

Share:
Devamı